Gezi parkı
olayları patlamadan önce, bir hafta önce falan, “Yavuz Sultan Selim” köprüsü
hikayesi oldu. Televizyonda görüntüler, arkada devlet erkanı, en önde imam
falan böyle, dua ediyolar. O gün ben de sevgilimi aradım ve dedim ki
“Artık
burası bana göre değil, burda beni istemiyorlar. Gitmem lazım”…
Bundan önce
defalarca kere söyledim ama, gerçekten de defalarca kere söyledim ama bu sefer
sonundayız artık yani, bu tamamen “defol git, sen yoksun zaten, senin tarihin
de yok zaten”. Varlığının tehdidi oluyor, tam olarak onu hissediyosun yani,
derinden sarsılıyosun. Normalde çok ılımı karşılayıp, “olur mu ya, bak ben
varım, şu var, bu var falan filan” diyen sevgilim, yumuşak, “bu kadar dert etme”
diyen biri olmasına rağmen ilk defa sessiz kaldı; çünkü bence görünen görüntü,
televizyondaki özellikle o görüntü insanı ürperten bir görüntüydü. (üçüncü köprünün temel atılış töreni).Çok
sıkıntılıydı.
Neyse işte, ondan
sonra sevgilime dedim ki, “Ben artık bu ülkede yaşayamam. Bana resmen defol git
diyorlar. Dolayısıyla benim artık bu ülkede kalmama gerek yok.” Sevgilim de
normalde çok ılımlı bir insan olmasına rağmen bu sefer ilk defa hiçbir şey
söyleyemedi. “Arkadaşlarımız var” falan filan diyemedi. Sonra telefonu
kapattık. Aradan bir süre geçti böyle. Ankara’daydım ben. Sonra birden Gezi
olayları…Bir hareketlilik yaşanıyor. “Allah” dedim, “Bir şeyler oluyo galiba”.
Sonra bir arkadaşımın yaralandığını öğrendim; çok sinirlendim, öfkelendim. Sonra 29’u gecesi ben de Kızılay’a gittim.
İnanılmaz bir kalabalık vardı. O zaman tekrar sevgilimi arayıp şey dedim:
“Söylediğim her şeyi unut. Burası benim ülkem! Artık benim bir ülkem var; bir
sürü arkadaşım varmış, kendimi çok güvende hissediyorum, yaşasın!”
falan filan
dedim. Ondan sonra da şey başladı zaten, korkunç bir sinir savaşı, fiziksel
savaş, tam direniş dedikleri…Ankara daha sertti aslında. Ben iki gün gittim
Ankara’da, tam Ankara gibiydi, griydi, sertti, soğuktu; Ankara ile ilgili ne
biliyorsan, Ankara prototipi, mücadele için de aynı şey geçerliydi. Sonra
üçüncü günü falan Gezi’ye geldim. Gezi’de millet bir bayram havasında; hayal
kırıklığına uğradım. Dedim ki, “bu ne ya; Ankara’da millet ölüyor, napıyosunuz
burda”. Biraz anlamakta zorlandım açıkçası. Bu bayram havası neye istinaden,
hani, tamam, Gezi bizim, falan filan da hani noluyor dedim… Zaten çok
sevinmemize de izin vermediler.(Gülüş) Hemen sonrasında gene bir müdaheleler,
gerginlikler başladı.
Ben Gezi’de de
kaldım kalabildiğim kadar. Her akşam iş çıkışında gittim. “Fight Club”u yaşadık
demişti bir tane twit; çok doğru hani
savaşa gidiyorduk, akşam maskeler tekrar Gezi Parkı’na dönmek falan…
Ben
hayatım boyunca devrime inandım, hep bunu da söylüyorum; ama hiç o kadar
inanmamışım.
Gezi’yi görünce insan bunu söylüyor. Hayatın boyunca hep bir
“devrim olacak, devrim geliyor”; ama hiç inanmamışım yani.
Onu görünce…şimdi
aslında, başka bir şey var, daha büyük bir tehlike var, mesela bir ay önce ben
şunu diyodum bir Alevi olarak: “Yavuz Sultan Selim köprüsü’ne hayır! Sivas
davası zamanaşımına hayır!” falan, şimdi tek bir şey çıkıyor ağzımdan: “Gezi’yi
istiyorum!” Şey o kadar yükseldi ki böyle, hani, hiçbiri umrumda değil artık,
ben Gezi’yi istiyorum. Gezi’deki “her şey bedava”, hani yemek bedava, sağlık
bedava ve o çok güzel bir his ya, çok güven veren bir his.
Şey çok güzel değil
miydi, patron yoktu ya. Hiçbir yerde hiçbir şeyin patronu yoktu.
Sonra ben kendimi
temize çekmeye başladım bütün olan biten süreçte. Galiba herkes de biraz öyle
yaptı. Neye gerçekten inandım, neyden ne zaman vazgeçtim, nasıl vazgeçtim,
neden yeniden inanmaya başlıyorum, bu insanlar nerdeydi…Emek’e de
(sinema) gidenlerden biriydim, Gezi için ilk
toplanıldığında da gidenlerden biriydim, hep şey diyordum, kadrolu eylemciler
var, bin kişi bir oraya gidiyoruz, bir buraya gidiyoruz…Demek ki öyle
değilmiş…Onu da görmek çok güzel bir şeydi.
En çok ne
hatırlıyorum…Ölmekten çok korktuğumu hatırlıyorum. Çok yakın olduğum iki anı
hatırlıyorum. Hep devletle uyum içinde olmuş olan biri olarak aslında, şeyi çok
net farkediyosun, ilk gaz yediğimde tavrım tamamen şeydi böyle, “Aa ne
münasebet canım, ne oluyo yani, nasıl yani, aa sen kimsin!” Hayır yani, gaz
yemiştim ama, az kişi olduğum için yemiştim bilmem ne, anlatabildim mi, hani
zaten küçücüksün ve atıyolar gazı falan. Ama bu sefer “Bi dakka canım, ne oluyo
yani, burda hep beraber annelerimiz falan duruyor, ne yani”…Korku çok fena bişey
yani. Ben korkuyu çok net duyumsadım. Ve korkmaktan vazgeçtim. Üst sınırı gördüm.
Sokak çocukları
inanılmaz, onları unutmak mümkün değil. O çocukların mutluluğunu unutamıyorum. O
coşkularını falan.
Bizim çadıra gelip abilerle yuvarlanmaca oynamalarını.
Sınıfsızdık işte yani. Daha ne olsun işte yani. Onu unutmak mümkün değil, nasıl
unutturacaklar bilmiyorum yani. Böyle. Bu kadar. Benim anım bu.
Anı Sahibi: Güzel günler
Anı Sahibi: Güzel günler
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder