4 Temmuz 2013 Perşembe

artık benim bir ülkem var.


Gezi parkı olayları patlamadan önce, bir hafta önce falan, “Yavuz Sultan Selim” köprüsü hikayesi oldu. Televizyonda görüntüler, arkada devlet erkanı, en önde imam falan böyle, dua ediyolar. O gün ben de sevgilimi aradım ve dedim ki 

“Artık burası bana göre değil, burda beni istemiyorlar. Gitmem lazım”…

Bundan önce defalarca kere söyledim ama, gerçekten de defalarca kere söyledim ama bu sefer sonundayız artık yani, bu tamamen “defol git, sen yoksun zaten, senin tarihin de yok zaten”. Varlığının tehdidi oluyor, tam olarak onu hissediyosun yani, derinden sarsılıyosun. Normalde çok ılımı karşılayıp, “olur mu ya, bak ben varım, şu var, bu var falan filan” diyen sevgilim, yumuşak, “bu kadar dert etme” diyen biri olmasına rağmen ilk defa sessiz kaldı; çünkü bence görünen görüntü, televizyondaki özellikle o görüntü insanı ürperten bir görüntüydü. (üçüncü köprünün temel atılış töreni).Çok sıkıntılıydı.    

Neyse işte, ondan sonra sevgilime dedim ki, “Ben artık bu ülkede yaşayamam. Bana resmen defol git diyorlar. Dolayısıyla benim artık bu ülkede kalmama gerek yok.” Sevgilim de normalde çok ılımlı bir insan olmasına rağmen bu sefer ilk defa hiçbir şey söyleyemedi. “Arkadaşlarımız var” falan filan diyemedi. Sonra telefonu kapattık. Aradan bir süre geçti böyle. Ankara’daydım ben. Sonra birden Gezi olayları…Bir hareketlilik yaşanıyor. “Allah” dedim, “Bir şeyler oluyo galiba”. Sonra bir arkadaşımın yaralandığını öğrendim; çok sinirlendim, öfkelendim.  Sonra 29’u gecesi ben de Kızılay’a gittim. İnanılmaz bir kalabalık vardı. O zaman tekrar sevgilimi arayıp şey dedim: 

“Söylediğim her şeyi unut. Burası benim ülkem! Artık benim bir ülkem var; bir sürü arkadaşım varmış, kendimi çok güvende hissediyorum, yaşasın!” 

falan filan dedim. Ondan sonra da şey başladı zaten, korkunç bir sinir savaşı, fiziksel savaş, tam direniş dedikleri…Ankara daha sertti aslında. Ben iki gün gittim Ankara’da, tam Ankara gibiydi, griydi, sertti, soğuktu; Ankara ile ilgili ne biliyorsan, Ankara prototipi, mücadele için de aynı şey geçerliydi. Sonra üçüncü günü falan Gezi’ye geldim. Gezi’de millet bir bayram havasında; hayal kırıklığına uğradım. Dedim ki, “bu ne ya; Ankara’da millet ölüyor, napıyosunuz burda”. Biraz anlamakta zorlandım açıkçası. Bu bayram havası neye istinaden, hani, tamam, Gezi bizim, falan filan da hani noluyor dedim… Zaten çok sevinmemize de izin vermediler.(Gülüş) Hemen sonrasında gene bir müdaheleler, gerginlikler başladı.

Ben Gezi’de de kaldım kalabildiğim kadar. Her akşam iş çıkışında gittim. “Fight Club”u yaşadık demişti bir tane twit; çok doğru hani savaşa gidiyorduk, akşam maskeler tekrar Gezi Parkı’na dönmek falan… 

Ben hayatım boyunca devrime inandım, hep bunu da söylüyorum; ama hiç o kadar inanmamışım. 

Gezi’yi görünce insan bunu söylüyor. Hayatın boyunca hep bir “devrim olacak, devrim geliyor”; ama hiç inanmamışım yani.

Onu görünce…şimdi aslında, başka bir şey var, daha büyük bir tehlike var, mesela bir ay önce ben şunu diyodum bir Alevi olarak: “Yavuz Sultan Selim köprüsü’ne hayır! Sivas davası zamanaşımına hayır!” falan, şimdi tek bir şey çıkıyor ağzımdan: “Gezi’yi istiyorum!” Şey o kadar yükseldi ki böyle, hani, hiçbiri umrumda değil artık, ben Gezi’yi istiyorum. Gezi’deki “her şey bedava”, hani yemek bedava, sağlık bedava ve o çok güzel bir his ya, çok güven veren bir his. 

Şey çok güzel değil miydi, patron yoktu ya. Hiçbir yerde hiçbir şeyin patronu yoktu.

Sonra ben kendimi temize çekmeye başladım bütün olan biten süreçte. Galiba herkes de biraz öyle yaptı. Neye gerçekten inandım, neyden ne zaman vazgeçtim, nasıl vazgeçtim, neden yeniden inanmaya başlıyorum, bu insanlar nerdeydi…Emek’e de (sinema) gidenlerden biriydim, Gezi için ilk toplanıldığında da gidenlerden biriydim, hep şey diyordum, kadrolu eylemciler var, bin kişi bir oraya gidiyoruz, bir buraya gidiyoruz…Demek ki öyle değilmiş…Onu da görmek çok güzel bir şeydi.

En çok ne hatırlıyorum…Ölmekten çok korktuğumu hatırlıyorum. Çok yakın olduğum iki anı hatırlıyorum. Hep devletle uyum içinde olmuş olan biri olarak aslında, şeyi çok net farkediyosun, ilk gaz yediğimde tavrım tamamen şeydi böyle, “Aa ne münasebet canım, ne oluyo yani, nasıl yani, aa sen kimsin!” Hayır yani, gaz yemiştim ama, az kişi olduğum için yemiştim bilmem ne, anlatabildim mi, hani zaten küçücüksün ve atıyolar gazı falan. Ama bu sefer “Bi dakka canım, ne oluyo yani, burda hep beraber annelerimiz falan duruyor, ne yani”…Korku çok fena bişey yani. Ben korkuyu çok net duyumsadım. Ve korkmaktan vazgeçtim. Üst sınırı gördüm. 

Sokak çocukları inanılmaz, onları unutmak mümkün değil. O çocukların mutluluğunu unutamıyorum. O coşkularını falan. 

Bizim çadıra gelip abilerle yuvarlanmaca oynamalarını. Sınıfsızdık işte yani. Daha ne olsun işte yani. Onu unutmak mümkün değil, nasıl unutturacaklar bilmiyorum yani. Böyle. Bu kadar. Benim anım bu.            

Anı Sahibi: Güzel günler

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder