2 Temmuz 2013 Salı

bir daha asla kimse yalnız yürümeyecek...



Aslında belki ilk andaki duygusundan başlamak lazım veya öncesinden. Bunu çok fazla başka insandan da duydum. Bir kere herkes yalnız olduğuna emindi. 31 Mayıstan önceki hafta bile aslında herkes birşeylere öfkelenirken ya da birşeylere tepki gösterecek olduğunda veya birşeyden canı yandığında bir tek onun başına geldiğine emindi. Dolayısıyla Gezinin ilk günlerinde, Sırrı Süreyya'nın makinelerin karşısına çıktığı gün ve ondan sonraki gün, aslında polis oraya girinceye kadar herkes oradakilerin de bir avuç olduğuna emindi. Bu nedenle 31 Mayıs'ın insanların ruh haline şöyle bir etkisi oldu, örneğin ben kimseye gelin demedim, diyemedim. Nasıl birşeyin ortaya çıkacağını bilmiyorduk. Nasıl bir müdahale olacak? Nasıl bir karşılık verilecek? bilmiyorduk. 30 Mayıs akşamı bir kaç arkadaşımla beraber Gezideydim çünkü ondan bir gece önce sabah ezanından sonra parka girmişlerdi. Çok kalabalıktı. Çok fazla insan vardı.


Biz şu naifliği gösterdik; burası bu akşam çok kalabalık kesinlikle bu akşam veya sabaha karşı buraya girmezler. 

Girmeyi planlıyorlarsa bile bir kaç gün sonra girerler. Bu bizi aslında ondan sonraki günlerde Gezi'ye iten şeylerden biri de oldu. Şöyle ki; o gecenin sabahında uyandığımızda telefonlarımızda bir sürü cevapsız çağrı, twitterdan geçen korkunç mesajlar "Taksim ilkyardımda ölümüz yok" mesela, bu demek ki başka bir yerde var. Hemen televizyonu açıyorsun ve tabi ki hiçbir yerde hiçbir şey yok. Kendi adıma o sabah çok ajite olduğumu söyleyebilirim. 

Ben o sabahtan sonra şöyle söyledim: "bu akşam ne olursa olsun ben Gezide olacağım"

Evde oturamam. O duvar o insanların üzerine yıkıldığında zaten evdeydim bu gece ve sonrasın da evde olamam. Bütün bunları sadece ben söylüyorum sanıyordum. Korkunç saldırıları gördükten sonra çevremdekilere şunu diyemedim "tabi ki orada olunmalı, hep beraber gidilmeli..." vesaire. Tek söyleyebildiğim "ben gidiyorum, ne olursa olsun" Çünkü insanları neye çektiğini bilemiyorsun. 

Taksimin arka sokaklarında oturuyorum. Ben ve beraberimde bir kaç arkadaşım ara sokaklardan meydana çıkarken, 1000 kişi en fazla 2000 kişi falan olacak diye aklımdan geçiriyordum, bir yandan da  müdahale bekliyorum. Ama çok başka birşey oldu...

Karıncalar gibi, bütün sokaklardan, hiç tanımadığım, yan yana duracağımı hiç sanmadığım o kadar çok insanla birlikteydim ki...

Ve İstiklaldeki o sloganların yankısını asla unutmayacağım. O gün asla yalnız yürümeyeceksinin ne demek olduğunu anladım çünkü senin gibi düşünenlerle yürüdüğünde aslında hala yalnız yürüyorsun. 

Sabah basın toplantısına saldırı yapıldıktan sonra bir twit okumuştum. Şöyle diyordu; "Bu buluşmanın bir ana merkezi yok. Bu yüzden insanlar karıncalar gibi inatla tepeye doğru çıkmaya devam ediyorlar." Tepeden itiliyorlar ve çoğalarak tekrar tepeye doğru yürüyorlar. Herkes kendi olduğu yerden tepeye çıkmaya çalışıyor, bu yüzden baş edemiyorlar. Onlar sizi dağıttığını düşünüyor. Bir daha gelmezler diyorlar ama insanlar tekrar bir araya gelip yola koyuluyor. 

Bunu söylemekten utanıyorum ama o günlerde çok söylediğim için şimdi de söyleyebiliyorum. Apolitik olduğunu düşündüğüm arkadaşlarımdan tuhaf telefonlar geliyordu. "Biz bilmem nereden Taksim'e girmeye çalışıyoruz. Nasıl bir yol izleyelim. Biz geldik sen nerdFesin? Metro kapalıymış ne yapalım?" yolu tarif etsem mi etmesem mi diye düşünüyor insan. Burada olmayacağına kesin emin olduğum bir arkadaşım aradı ve "Ben Karaköy tarafından gelmeyi düşünüyorum" dedi. Tamam dedim Karaköyden kalabalıkla beraber gelirsin dedim. Bir süre sonra aradı "Ben vapura bindim ama bu kalabalık Cumhuriyet mitingi gibi... Emin misin aynı yere geldiklerine?" dedi. (Gülüşmeler) Ben de dedim ki "Tam olarak onları takip etmen gerekiyor. Çünkü inanmazsın biz aynı yerde buluşacağız" Bu muhtemelen benim en fazla şakasını yapacağım birşey... Gerçek oldu. 

Yine bir yerde okumuştum iki şeyle inatlaşmayacaksın diyordu. Doğayla ve halkla. Burada ikisiylede inatlaşıldı. (Gülüşmeler) Gelen cevap çok net oldu. (Gülüşmeler)

Beyoğlu ve İstanbul bizi yapayalnız bırakan bir kalabalıktan dev bir köye dönüştü. 

Mesela ben yolda hiç tanımadığım insanların telefon konuşmalarına kulak kesilip duyduklarıma müdahale ediyorum. Mesela biri diyor ki "Ben Beşiktaş'a geleceğim" bunu duyunca ben ona "bence inme çünkü öyle şöyle birşey var..." falan diyorum ve o telefonda karşısındakine "gelemiyormuşum" diyor. Yani bana güveniyor. 

Hiç tanımadığı insanlara evini açan, hiç tanımadığı insanlara yardım eden, tanımadığı insanlar için fazladan gaz yiyen bir sürü güzel insan varmış etrafta. Onları gördük.

Bu yüzden bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Burdan büyük bir örgütlenme falan doğacağından değil bence doğmamalı zaten ama insanların hiç biri eskisi gibi olmayacak. Hem kendilerine hem çevrelerindeki insanlara daha fazla güveniyorlar. Bir iktidar kendisine yapabileceği en büyük kötülüğü ancak böyle yapabilirdi. Hiç bir araya gelmeyecek insanları öfkelendirip onalrı bir araya getirmiş oldu. 

Mesela ben o gün çok sinirli olduğum için sokağa çıktım. Çok öfkeliydim.

Yani buradan Türkiye'nin değişeceğine, efendim hükümetin düşeceğine falan inanmıyordum. Sadece çok ama çok sinirliydim ve orada olmam gerekiyordu. Bir adım sonrasını düşünmedim. Sanırım binlerce insanda aynı şekildeydi. (Gülüşmeler) 

Yalnız olmamanın nasıl birşey olduğunu şöyle de anladım. Mesela Facebook'a Geziden bir fotoğraf yüklüyorum ve başka bir şehirden başka bir ülkeden biri "Lütfen koymaya devam et. Sizi böyle takip ediyoruz" yazıyor. 

Ya da başka bir şehirden insanlar arayıp "siz eve dönmeden biz de dönmeyeceğiz" diyor.

İkinci gün olay yayılınca farklı ülkelerden aramaya başladılar. Beş yıldır görüşmediğim Polonyalı bir kadın arkadaşım bana şöyle bir mail attı "Varşovada Türk Konsolosluğuna yürüyoruz. Bizim Facebook grubumuzu 55.000 kişi takip ediyor. Bir notun varsa lütfen yaz. Konsolosluktan biri çıkmadan biz orayı terk etmeyeceğiz. Söylememizi istediğin birşey var mı?" (Kahkahalar)

Normalde hayal bile edemeyeceğin insanların sokaklara döküldüğünü görünce eve dönmemek için yeterli sebebin oluyor.

Gücümüzü şiddete başvurmamaktan aldık. Kimsenin bunu inkar ettiğini sanmıyorum. Biz ne kadar şiddet kullanmadıysak onlar o kadar kullandılar. Biz güçlendik. Bizi diğer güçlü kılan şey inadımızdı. Şiddete başvurmadan inatla ordaydık. 

Benim kişisel olarak çok fazla ezberimin bozulduğunu büyük bir rahatlıkla söyleyebilirim. Bir de onun dışında "Ben bu ülkde daha ne kadar yaşarım bilmiyorum. Zaten etrafımda da kaç kişi kaldı ki?" dediğim bir zamanda "Yooo baya da burada yaşamam gerekiyor. Bir sürü de insan var. Biz burada kendi alanımızı kurabiliriz." dediğim bir hale gelmiş durumdayım. 


Düşünsene şöyle birşey duydum bu hayatta "Nişantaşı Barikatı" (kahkahalar) 

Yargıcı'nın önünde buluşup Nişantaşı barikatı kurmaya gitti insanlar. Bu olabilir miydi? Bu insanlar sokağa çıktıysa birşey olabilir. Gerçekten olabilir.  

Tek korkum vardı. Gezide sonsuza kadar kalınmayacağı belliydi. Korkum sonrasında bu neye dönüşürdü... O da muhteşem birşeye dönüştü.

Yaşadığımız zamanın rengi bence mavi. Çünkü gökyüzü. Kadıköyden o gece köprüyü geçmeye çalışanlarla da, Çarşı'nın peşine takılıp bağıranlarla da, eşcinsellerle de, Kürtlerle de, Gazi Mahallesiyle de, Antalyayla da, Ankarayla da ortak noktamız gökyüzüydü.  O yüzden mavi. 

Yankı var aklımda. O bahesettiğim ilk gece İstiklal'e çıktığımızda hep bir ağızdan atılan sloganların o duvarlardan yansıyıp bize geri dönüğü yankı... "Bu daha başlangıç mücadeleye devam" sloganında ki "BU" yankısı kulaklarımdan gitmiyor. Onu ölünceye kadar unutamayabilirim. O gece o yankı yüzünden eve geri dönmemiş olabilirim. Yürümeye devam ettiysem yankı sayesinde. 

Anı Sahibi: Mavi




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder