Merhabalar...
Ben “Kalkanlı” (gülüşmeler) ... Biz
bu gezi parkı direnişine, geçen hatırladığım kadarıyla 15 Mart zamanında
başladık... 27 Mart’ta İstiklal ‘de bi sokak tiyatrosu festivali yaptık, bizim
sokak tiyatrosu grubumuzla beraber... Bu grubun yaptığı şeyin içinde Gezi Parkı’ndan
başlatmak vardı... Biz o zamanlar daha Gezi Park’ının ağaçlarının kesileceğini
ve oraya Kışla yapılacağını AVM Yapılacağını biliyorduk.
27 Mart günü
festival oradan başladı toplu bir yürüyüşle beraber, Tünel'e kadar geldi ve
Tünel'de sonlandı. Bütün gün sürdü. Sonrasında videolar çekmeye, oradaki
anılarımızı anlatmaya devam ettik. Biraz bilinçlendirme oluşturmak istedik
insanlarda... orayı bilmeyenler hiç gitmemişler için.
Yani şehrin
planlamasında yanlışlık yapıldığına dair, “insanların bir şehir planlaması
yaparken New York'ta dahi gökdelenler dikerken, ortaya bir Central Park
yaptıklarını, dönümlerce park yapıldığını ve insanlara yaşam alan, nefes alma alanı yapmaya çalıştıklarını ama
bizde bunun böyle olmadığını” anlatmaya çalıştık.
Sonrasında şansa
öğrendim ki orada bir anda vinçler çalışmaya başlamış ki yürütme kararının
durdurulmasına rağmen… ve şansa oradan geçen 20 kişilik bir grup bi anda buna
engel olmaya çalışmışlar. Hemen bunu duyunca daha önceden de haberim olduğu
için gecesinde orada kaldım.
50 kişilik topluluktu o hatırladığım
kadarıyla... gecesinde kaldık ve sabahına hiç bir uyarı yapılmadan 5 de baskın
düzenlendi. İnsanlar çok ciddi yaralar aldılar ve gerçekten polis zor
kullanarak orayı dağıttı ki iki biber gazıyla dağılacak bir gruptu zaten… ve
hiç kimsenin maskesi veya ona benzer bir şeyi yoktu
Sonraki gün
300 kişi oldu. Bu 300 kişinin içinde herhangi bir örgüt ya da şey parti varsa
da bayrağıyla örgütüyle gelmedi oraya. Kendisi birey olarak geldi... hiç bir
topluluk olarak gelmedi oraya.. sadece Taksim Gezi Parkı Platformu oluşmuştu ve
Gezi Parkı Platformu adı altında insanlar vardı.
Sadece “gaz
geldiği zaman bir arada kalın ve gitmemeye çalışın, dayanabildiğiniz kadar
dayanın, direne bildiğiniz kadar direnin” diyorlardı insanlar birbirlerine.
Çadırlarımızı
kurmuştuk.
İkinci gün,
tekrar sabah 5 te baskın yedik 300 kişi. O baskın biraz sağlamdı biber gazı
açısından çünkü gerçekten gezi parkı bembeyaz olmuştu biber gazından ve
biR bir saat falan kendimize gelemedik. Yanlış hatırlamıyorsam o gün Sırrı
Süreyya'yla beraber gelindi ve tekrar parka girildi. O güzel fotoğrafların
hepsi o yaşanan her şey orada oldu.
3. gün bi
anda 5000 kişi olmuştuk, herkes vardı... Gezi Park’ında kovulduğumuzun ertesi… ben
böyle bir kalabalık hiç görmemiştim. Yani hani gaza karşı direnen yüzüne gaz
yiyeceğine yada coplanmaya karşı direnecek 5000 kişi İstiklal’de...
O, gördüğüm en güzel manzaralardan biriydi.
Tünel'den
Meydan'a kadar her taraf insan doluydu...
ve çok güzel
bir kalabalıktı... Bütün "ötekiler" "ötekileştirilmişler"
"AKP'ye oy vermeyenler" hepsi birleşmiş gibiydi böyle, herkes her
yerdeydi ve çok güzel bir kalabalık
vardı. Onlarla beraber sabahlara kadar uğraştık, işte “saldırıya uğradık
diyelim” çünkü “çatıştık” çok saçma geliyor çünkü çatışmak için senin de elinde
bir şey olması gerekiyor. Gelen gazları geri attık, barikat kurduk en fazla,
ben kendime bir kalkan edindim hemen (gülerek) Kalkan yaptım onu da çok patladı
zaten üstümde biber gazı… İnsanların yüzlerine yüzlerine sıktıkları için büyük
sıkıntıydı o… Daha 3. Günden ben gaz maskemi almıştım Karaköy’den gidip,
arkadaşlara da almıştım. Deniz gözlükleriyle dolaşıyorduk sokaklarda çok
komikti. Ankara’dakilerin bi lafı var “Bozkırın ortasında bizi deniz gözlüğüyle
dolaştırdınız ya, helal olsun” diye. O tarz bir şeydi bizimki de... sonrasında
direnişler devam etti, gün be gün arttı ve Gezi Parkını aldık. Gezi Parkı’nı
bize vermek zorunda kaldılar yoksa hayat devam etmeyecekti bi şekilde… ve
mantıklı bir şeydi aslında, onlar da kendi mantıklarınca doğru bir şey
yaptılar,” İstiklal’i boşaltalım bari Gezi Park’ını verelim ne bok yiyorlarsa
orada yesinler” dediler bence… Oraya tıktılar bizi ama biz orada çok mutluyduk.
İki gün önce Abbasağa(Parkın)’da bir cümle duydum, çok duygulandım çok hoşuma
gitti.
Mesnevi’den
yola çıkarak anlattığı meseleyle dedi ki: “ben orada” dedi, “cenneti gördüm”
Gerçekten de,
benim 30 yaşındayım, hayal ettiğim dünya ve herkesin fikrini savunduğu,
herkesin fikrini rahatça anlatabildiği dünya, Gezi parkıydı ve ben de orada
cenneti gördüm gerçekten. Orada insanları gördükçe, içeride yürüdükçe bile
duygulanıyordum, gözlerim yaşarıyordu… çok güzeldi orası…
Sonra orayı
da bi şekilde kendilerince “aldılar”… yalan yanlış açıklamalar yaptılar,
videolar çektiler ama, bu oluşumun burada olduğunu görmek, işte apolitik
dedikleri gençliğin aslında beklediğini ve sabrettiğini ve bir yerde patlama
noktasında olduğunu görmek çok önemliydi. Benim için Gezi Park’ının patlama
sebebi: biri, Uludere Katliamıdır, Roboski; iki Reyhanlı’da artık bu benim
bardağım taşmıştır… yani bana biri Reyhanlı hakkında bir şey… Yani Reyhanlı’da
çok bekledim ben özellikle…yani 55 kişi deniyor ama 200 kişinin ölümü ve bizim
bence o İkiz Kule’lerimizin yok edilmesi gibi bi şeydir kendi içimizde, kendi
kendimize yaptığımız bi şey bana sorarsanız… bence o ikisi de hem Uludere hem
Reyhanlı… Reyhanlı’da artık bardağım taştı benim ve gerçekten saldıracak kıvama
geldim insanlara, çünkü bir hafta tüm medyayı izledim ve hiçbir şey vermediler…
çok acı bir görüntüydü ve çok üzüldüğüm bir görüntüydü o… Nerede olursa olsun
benim tepki vereceğim bir konuydu o ve hiçbir tepki vermediler, bun da üstünü
kapamaya çalıştılar ve insanların bardağı doldu bununla beraber ve Gezi
Parkı’yla da taştı. Gezi parkında ağaçlarına kesilmesine karşı duran insanlara
yapılan müdahaleyle beraber o damla taştı…
çok da güzel
oldu… iyi ki de oldu… ve… çok… yani…
yine bir
oyuncu arkadaşımın söylediği bir şey vardı:
“Ben inanmıyordum 2012’de Maya takviminde yeni bir uyanışın, yeni bir
dirilişin gerçekleşeceğine, onunla beraber tekrar bi yani kıyamet dedikleri
durumun bir uyanış ve tekrar yeni bir dünyaya yol açış dediğinde inanmıyordum,
ama bu topluluğu gördüm ve artık inandım” dedi. Ben de inanıyorum artık Maya
takvimine bu şekilde… ve bunun bütün
dünyaya bizim başlatmış olmamız ayrı bir gurur veriyor. Bunun altında hiçbir
örgüt, hiçbir parti yok; örgütler var ama bir örgüt birliği var. Tek bir
örgütten hiçbir zaman yola çıkmadı bu, tek bir ortak düşünce; o da “zulme,
faşizme hayır; insan haklarına ve özgürlüğe evet” gibi bir şeyle çıktı
insanlar. Çok mutluyum o yüzden. Çoğu 80’leri görmüş yaşlı insan gibi, güzel
yaşlılarımız gibi, ben de gözüm açık gitmem ölsem… o kadar…
Direniş şöyle
bi şey çünkü… orada yaptığımız “pasif savunma” durumu… siz bizi ne kadar ne kadar gönderirseniz
gönderin, ne yaparsanız yapın, tankla da çıkarsanız, biz bugün gideriz ama
yarın yine geliriz… gönderirsiniz yarın yine geliriz, yarın yine geliriz… ve
ben bunu gerçekten gözümde böyle üç ay altı ay kapattım, kendimi savaşa
hazırladım… ama şöyle bir savaş, “pasif savaş”… ne yaparsanız bi şekilde bu
vücudu kaçırırsınız evet, yani dayak da
yesem kaçarım, tekrar cevabını vermem, bi yere kadar o da çevremde gördüğüm bi
yaşlıyı, bi kadını dövdükleri anda ben bunun cevabını veririm ve ben içeri
girmeye razıyım bunun için… ben kitaplarımı mitaplarımı topladım hani zaten
içeri girecekmiş gibi… hiç problem değil benim için.. yeter ki haksızlığa
artık, yaptığınız haksızlığa boyun eğmeyeceğimizi göstermek… direnişin adı bu
zaten, gönderirsin bi daha gelir… altı ay, beş ay dayağımı yerim bi daha
gelirim… gazımı yerim bi daha gelirim… bunun adı direniş, … bunun adı geri
gitmeyecek bu artık bitmeyecek… bunun sonu yok…
siz bunu
kafanıza kazıya kazıya öğrenene kadar, insanların hepsinin özgürlüğünün bir
olduğunu öğrenene kadar, sonuna kadar gidecek… direnişin adı bu zaten…
öbürünün adı
silahlı… devrimin adı silahlı… devrim silahtan ve kandan geçer… bu başka bir
şey… daha oraya geçilmedi… bu şekilde geçilmesi taraftarı da değilim… şu anda
yaptığımız şekilde geçildi zaten ona ve oradan yola çıkarak bunu siyasi bir
şeye dönüştürerek kafalarına vurmak çok daha akıl dolu çok daha sindici bir
şey, bu şekilde yapılabilirse eğer.
Gezi Direnişi
günlerinin rengi bende gün be gün değişiyor, yeşili mavisi var… turuncusu var.
Turuncu daha koyu turuncu böyle TOMA’dan çıkan biber… şeyle püskürtülen ilaçlı
suyla turuncu da var, gri beyaz tonları da var ama en çok artık şey var… hani
iyi şeyler kalır ya insanın aklından... Ses olarak kalmıyor tabi seslere kötü
sesler kalıyor ama görüntü olarak hep Gezi Parkının yeşili mavisi var hep böyle
canlı renkler var… güzel bi canlı yeşil, canlı mavi, gökyüzü, ağaçlar… Ve ben hep orada kaldım 20
gün boyunca, yani arada duş almaya arkadaşlara çıkıyorduk falan filan ama hep
orada kaldım … orayı bırakmamak… nöbetleşe duruyorduk, ben gidersem başka
arkadaşlarım duruyordu. İyi şeyler kalıyor güzel güzel görüntü… şu anda da
toplamına bakarsak yeşil, mavi, azıcık da grimsi bi şey var o dumanlı biraz
puslanmış durumda ama o kadar…
Hatırladığım
sesler... çok çığlıklar var insanların çığlıkları çok fazla… çünkü çok fazla
sağımda solumda yaralanan oldu… çok çığlık, çok şey var… ilk başta ses bombası
vardı ona da alıştık… ilk bi ses bombasını duyduğumuzda hepimizin sinir sistemi
çökmüştü yani “bu ne lan diye?” böyle (gülüşmeler) önünde patlayan bir sesle
berber bütün vücut çöküyor ve sonra ona da alışıyorsun “ses… ses… çocuklar ses... sakin şurada saklanmaya
devam… onlar gelirler”diye…
Yani genelde
hep en önlerdeydim… hep bu şekilde gelişti. Ama kadınların, teyzelerin daha çok
sadece gelip iki çift laf edip yani oraya “destek veriyoruz size” diye gelip, “biber gazı yemiycez” yani biber
gazına karşı sorunları olan yani hastalıkları olan insanların, o anda şans
eseri yedikleri gazla ya da arbedeyle altta kalan insanların çığlıkları filan
kulağımdan gitmiyor hiç… savaş anı gibiydi yani…
Anı Sahibi: Kalkanlı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder