28 Haziran 2013 Cuma

Kendimi evimde hissettim



Haliç Üniversitesi’nde çalışıyorum, binamız Bomonti’de. Arkadaşlarımızla sinemaya gitmek üzere yola çıkmıştık, o gün olayların olduğunun farkındaydık ve yoldan geçerken parka uğrayalım bakalım ne oluyor dedik.  Sonra parka girince o ağaçların söküldüğünü ve insanların o koca koca ağaçları elleriyle taşıyıp yeniden dikmeye başladıklarını görünce  “biz burada olmalıyız” dedik. Üzerimizde iş kıyafetlerimiz vardı,  gidip bir mağazadan kendimize tayt, tshirt ve üzerimize giyecek bir şey aldık.  İkimizde aynı kıyafet vardı, böyle siyah tayt, gri hırka, beyaz tshirt.  Yakında bir arkadaşımız oturuyordu, ondan da birisi neon turuncu, birisi neon yeşil olan iki battaniye aldık.  Biz böyle aynı tip kıyafetler ve elimizde neon battaniyelerimizle Cevahir’in içinden geçip parka girdik.

İnsanlar tuhaf tuhaf bize bakıyorlardı ve sonra ilk gece parkta kaldık, ertesi gün de aynı şekilde oradaydık. Şarkılar söyleniyordu ve hiçbirşey olmaz diyorduk o gece, o kadar kalabalık ve barışçıl bir ortam vardı ki…   Ama sabah saldırılar oldu, eylemcilerin çadırlarını yaktılar ve sonrasında başbakanın açıklamaları geldi , “ siz ne yaparsanız yapın biz orayı yıkacağız” diyordu başbakan.  İlk önce mesele ağaçları kurtarmaktı ama sonra çok başka yerlere geldi.

ÖLMEK BİLE UMRUMDA DEĞİL AMA YETER Kİ GÖZALTINA ALINMAYAYIM

Biz de tüm süreç boyunca oradaydık, birçok yerde gaz yedik, bir defasında The Marmara’nın altındaki Starbucks’asığındık, o küçüçück alanda 40-50 kadar insan ezilme tehlikesi geçirdi. İçerdeki gazla mücadele ettik ve o insanların bize ne kadar yardım ettiklerini gördük. Tabi ki ilk önce çok korkuyorduk, yani gaz yiyeceğim,  ölücem ve nefes alamayacağım gibisinden korkular hâkimdi.

Bir arkadaşım hergün fosforlu yeşil, pembe falan giyiyordu hani kaybolursam beni görün diye.   Biz de şey diyoruz ama polis fark edecek falan diye. Ama orada var oldukça, bir şey olursa birisi gelip beni kaldıracak inancı hâkim olmaya başladı. Daha sonrasında tek korkumuz gözaltına alınmak oldu, çünkü orada ne olduğunu bilmiyorum, hiç böyle bir deneyimim yok.  Ölmek bile umrumda değil ama yeter ki gözaltına alınmayayım. Ama sonra kendimi ikna etmeye çalışıyorum,  olsa bile ne olabilir, yani alıyorlar, otobüse koyuyorlar, belki küfrediyorlar, belki iki vuruyorlar hepsi geçer, önemli değil, sen davanda kal, burada ol şeklinde kendimizi gaza getirdik. Tabi avukat arkadaşlarımız vardı,  onlara soruyoruz, onlar çok destek oldular sağ olsunlar.

Artık o korkumuz da kalmadı, hepimizin nasıl militan haline geldiğini gördük.  Ölümden falan da korkmamaya başladık. Önceki gün bir arkadaşım  “ sen son bir haftadır karşıdan karşıya geçerken kendini arabaların önüne atıyorsun” dedi, evet çünkü artık umrumda değildi, araba ne?  şeklinde geziyorduk. 

SAKSI ÇİÇEĞİ ALIP TEŞEKKÜRE GİTTİK

16 Haziran Pazar günü en fazla gaza maruz kaldık. Bir metrekarelik alan etrafına 5-6 tane gaz attılar, Sıraselviler’den aşağı Toma indi, biz ara sokağa girdik. Polisler Alman hastanesi acil girişinden girmişlerdi ve oradan karşımıza çıkmak üzerelerdi.  Ama saygı duyduğumuz, önünde eğildiğimiz bir arkadaş var ki kapıyı itekledi ve karşımıza çıkamadı.

Polisler çıkamadı, polisler çıksaydı gazları yiyecek, gözaltına alınacaktık.  Kapı kapanınca tepeden atmaya başladılar, görmüyorlardı nereye attıklarını, bir tane sırt çantam vardı onu kafama koydum. Daha sonrasında polisler durdurup çantalarımız aradılar, baret ve maskelerimizi aldılar. Hiçbirşeyimiz yoktu yanımızda, sonra kaçarken tanımadığım bir insan kolumdan tutup beni bir binaya itti, binanın içine girince bir aile eve girelim diye kapılarını açtı. Biraz durduk, o arada arkadaşlarımızı kaybettik.  Onlar da başka evlere gitmişlerdi.  O sokakta oturan bir arkadaşımız vardı, çıktıktan sonra ona gittik ve o gece çıkamadık maalesef Cihangir’de. Tek seçeneğimiz Tophane’den Eminönü’ne gitmekti ama orada da sıkıntılar olduğu, polisler gördüklerini gözaltına aldıkları için orada kaldık. Daha sonra evleri olan insanlara teşekkür etmek için bir saksı çiçeği alıp gittik, çok şaşırdılar, sevindiler, sanki 40 yıldır tanıyorum gibi “gelsene çay, kahve iç arkadaşlarını çağır” dediler. İsimlerini bile bilmiyorum ama evlerinde oturup çay içiyorum, çiçek götürüyorum…

Aklımızda hep başka bir ülkeye gitmek ve orada yaşamak vardı, çünkü kendimi ait hissetmiyordum. Gezi parkı sürecinde “kendini evinde hissetmek” diye bir şey vardır ya gerçekten kendimi evimde hissettim. Yalnız olmadığımı fark ettim, yurtdışına gitme planlarını bir kenara bıraktım. Daha bir ay önce ben nasıl yaşıyormuşum, eve gittiğimde napıyor muşum diye sorular sordum kendime.  Ne kadar anlamsızmış hayat, böyle bir amacım yokmuş falan, gibi hissettim. Şimdi böyle çok mutluyum, dün yine eyleme gittik, artık rutinimiz oldu… Hayatımız şu an gir, çık, eyleme katıl, parka git forumda konuş, eve dön falan şeklinde ama hayat çok daha güzel.

Geziyi hatırladığımda aklıma renk olarak siyah geliyor.

Tomanın sesini anımsıyorum.

Anı Sahibi: Baykuş

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder