Haliç Üniversitesi’nde çalışıyorum, binamız Bomonti’de.
Arkadaşlarımızla sinemaya gitmek üzere yola çıkmıştık, o gün olayların
olduğunun farkındaydık ve yoldan geçerken parka uğrayalım bakalım ne oluyor
dedik. Sonra parka girince o ağaçların
söküldüğünü ve insanların o koca koca ağaçları elleriyle taşıyıp yeniden
dikmeye başladıklarını görünce “biz
burada olmalıyız” dedik. Üzerimizde iş kıyafetlerimiz vardı, gidip bir mağazadan kendimize tayt, tshirt ve
üzerimize giyecek bir şey aldık.
İkimizde aynı kıyafet vardı, böyle siyah tayt, gri hırka, beyaz
tshirt. Yakında bir arkadaşımız
oturuyordu, ondan da birisi neon turuncu, birisi neon yeşil olan iki battaniye
aldık. Biz böyle aynı tip kıyafetler ve
elimizde neon battaniyelerimizle Cevahir’in içinden geçip parka girdik.
İnsanlar tuhaf tuhaf bize bakıyorlardı ve sonra ilk
gece parkta kaldık, ertesi gün de aynı şekilde oradaydık. Şarkılar söyleniyordu
ve hiçbirşey olmaz diyorduk o gece, o kadar kalabalık ve barışçıl bir ortam
vardı ki… Ama sabah saldırılar oldu,
eylemcilerin çadırlarını yaktılar ve sonrasında başbakanın açıklamaları geldi ,
“ siz ne yaparsanız yapın biz orayı yıkacağız” diyordu başbakan. İlk önce mesele ağaçları kurtarmaktı ama sonra
çok başka yerlere geldi.
ÖLMEK BİLE UMRUMDA DEĞİL AMA YETER Kİ GÖZALTINA ALINMAYAYIM
Biz de tüm süreç boyunca oradaydık, birçok yerde gaz
yedik, bir defasında The Marmara’nın altındaki Starbucks’asığındık, o küçüçück
alanda 40-50 kadar insan ezilme tehlikesi geçirdi. İçerdeki gazla mücadele
ettik ve o insanların bize ne kadar yardım ettiklerini gördük. Tabi ki ilk önce
çok korkuyorduk, yani gaz yiyeceğim, ölücem ve nefes alamayacağım gibisinden
korkular hâkimdi.
Bir arkadaşım hergün fosforlu yeşil, pembe falan
giyiyordu hani kaybolursam beni görün diye.
Biz de şey diyoruz ama polis fark edecek falan diye. Ama orada var
oldukça, bir şey olursa birisi gelip beni kaldıracak inancı hâkim olmaya
başladı. Daha sonrasında tek korkumuz gözaltına alınmak oldu, çünkü orada ne
olduğunu bilmiyorum, hiç böyle bir deneyimim yok. Ölmek bile umrumda değil ama yeter ki gözaltına
alınmayayım. Ama sonra kendimi ikna etmeye çalışıyorum, olsa bile ne olabilir, yani alıyorlar, otobüse
koyuyorlar, belki küfrediyorlar, belki iki vuruyorlar hepsi geçer, önemli
değil, sen davanda kal, burada ol şeklinde kendimizi gaza getirdik. Tabi avukat
arkadaşlarımız vardı, onlara soruyoruz,
onlar çok destek oldular sağ olsunlar.
Artık o korkumuz da kalmadı, hepimizin nasıl militan
haline geldiğini gördük. Ölümden falan da
korkmamaya başladık. Önceki gün bir arkadaşım
“ sen son bir haftadır karşıdan karşıya geçerken kendini arabaların
önüne atıyorsun” dedi, evet çünkü artık umrumda değildi, araba ne? şeklinde geziyorduk.
SAKSI ÇİÇEĞİ ALIP TEŞEKKÜRE GİTTİK
16 Haziran Pazar günü en fazla gaza maruz kaldık. Bir
metrekarelik alan etrafına 5-6 tane gaz attılar, Sıraselviler’den aşağı Toma indi,
biz ara sokağa girdik. Polisler Alman hastanesi acil girişinden girmişlerdi ve
oradan karşımıza çıkmak üzerelerdi. Ama
saygı duyduğumuz, önünde eğildiğimiz bir arkadaş var ki kapıyı itekledi ve
karşımıza çıkamadı.
Polisler çıkamadı, polisler çıksaydı gazları yiyecek, gözaltına
alınacaktık. Kapı kapanınca tepeden
atmaya başladılar, görmüyorlardı nereye attıklarını, bir tane sırt çantam vardı
onu kafama koydum. Daha sonrasında polisler durdurup çantalarımız aradılar,
baret ve maskelerimizi aldılar. Hiçbirşeyimiz yoktu yanımızda, sonra kaçarken
tanımadığım bir insan kolumdan tutup beni bir binaya itti, binanın içine
girince bir aile eve girelim diye kapılarını açtı. Biraz durduk, o arada
arkadaşlarımızı kaybettik. Onlar da
başka evlere gitmişlerdi. O sokakta
oturan bir arkadaşımız vardı, çıktıktan sonra ona gittik ve o gece çıkamadık
maalesef Cihangir’de. Tek seçeneğimiz Tophane’den Eminönü’ne gitmekti ama orada
da sıkıntılar olduğu, polisler gördüklerini gözaltına aldıkları için orada
kaldık. Daha sonra evleri olan insanlara teşekkür etmek için bir saksı çiçeği
alıp gittik, çok şaşırdılar, sevindiler, sanki 40 yıldır tanıyorum gibi “gelsene
çay, kahve iç arkadaşlarını çağır” dediler. İsimlerini bile bilmiyorum ama
evlerinde oturup çay içiyorum, çiçek götürüyorum…
Aklımızda hep başka bir ülkeye gitmek ve orada yaşamak vardı,
çünkü kendimi ait hissetmiyordum. Gezi parkı sürecinde “kendini evinde
hissetmek” diye bir şey vardır ya gerçekten kendimi evimde hissettim. Yalnız
olmadığımı fark ettim, yurtdışına gitme planlarını bir kenara bıraktım. Daha
bir ay önce ben nasıl yaşıyormuşum, eve gittiğimde napıyor muşum diye sorular
sordum kendime. Ne kadar anlamsızmış
hayat, böyle bir amacım yokmuş falan, gibi hissettim. Şimdi böyle çok mutluyum,
dün yine eyleme gittik, artık rutinimiz oldu… Hayatımız şu an gir, çık, eyleme
katıl, parka git forumda konuş, eve dön falan şeklinde ama hayat çok daha
güzel.
Geziyi hatırladığımda aklıma renk olarak siyah geliyor.
Tomanın sesini anımsıyorum.
Anı Sahibi: Baykuş
Anı Sahibi: Baykuş
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder