26 Haziran 2013 Çarşamba

Bu Dünyadan kendi masalını anlatmadan mı geçeceksin?



Biz bir ülkenin hamam böcekleriydik. Aslında biz birer hamam böceği olduğumuzu şimdi fark ettik. Bir sabah uyandık aynı anda yol haritamızı fark ettik. Dış mihraklar başucumuza gelip parolayı fısıldadı. 

“BU DÜNYADAN KENDİ MASALINI ANLATMADAN MI GEÇECEKSİN?

Anlatmamız gerektiğini biliyorduk ama yapamıyorduk. Bizim payımıza düşen; rutubetli ve gölgelik kuytulardan sessiz bir isyanla, içine atarak yaşamaktı. Bu dünya hep böyle değil miydi? Belki sıra bizdeydi. Bu fazda biz böcek, sistem ise böcek ilaçlamacısıydı. Bu seferki böcek ilaçlamacısı pek yaman pek ben bilirimciydi. Ama bizim masallarımız ve konuşacaklarımız vardı, bu rutubetli kuytular değildi hak edişimiz. Bir sabah park elden gidiyor diye bir haber çalındı biz böceklerin kulağına. Güneşe çıkmak için bir fırsattı. Bizler bal tabağına toplanan böcekler gibi gittik o parka. İşte o zaman masal başladı. O park artık bir bal çanağıydı! Daha doğrusu bu, benim de bir masalım olabilir umuduydu. Bir kalabalık düşünün! 100 bin kadar böcek ne aynı dili konuşur, ne yol, ne iz bilir. Ne kadar savunmasız. Geldiği kuyutuların bütün dilini ve kurallarını hiçe saymış. Nerden geldiği belli olmayan bir efsunla kutsanmış. Bir çanağın içinde ışığı ve masalını arayan gölgeler. Sonra baktım aynaya. Fani bir hamam böceği gibi düşünmedim artık kendimi, dedim ki “bu senin kendine yolculuğun. Sen bir Haç yolculuğuna çıktın.” O çanakta yürüdüm, bir çadıra girdim. Çadırın içinde Alice’le karşılaştım.

“Merhaba ben böcek Sami,” gülümsedi. “Benimle oyun oynar mısın?” dedi. Severek kabul ettim. Beni çanağın içindeki harikalar diyarına götürdü. Gökyüzündeki bir tane balonun sepetinden Rapunzel ekmek atıyordu. Görevimiz ekmekleri alıp çanağın tam ortasındaki kulübeye götürmekti. Saatlerce bunu yaptık. Yorulmadan şekil şekil ekmek taşıdık. Bir böcekle arkadaşlık ettiği için Alice’e minnet duyduğumu söyledim. Sonra ilaçlamacılar geldi. İlk vurgunumuzu yedik. Artık buradan çıkamazdık, birbirimize tutunduk. Kendimi bir ağacın altında buldum. Duman geçmiş bütün böcekler telaşla günlük işine dönmüştü. Günlük iş diyorum çünkü artık bu çanak hepimizin eviydi. Yaralı böcekleri topladıkları çadıra gittim; sadece ilaç değil, süpürge, terlik darbesi alanlar da vardı. Belki yardımım dokunur dedim. Neyse ki emin ellerdeydiler, Çizmeli Kedi herkese yetiyordu. Bir kahraman gibi çalışıyordu. Yardım istedim “ayak altında dolaşma, çanağın kenarında çok az böcek var, git kalabalık yap,” dedi. Dediğini yapmak için yola düştüm. Rapunzel hala balonundan ekmek atıyordu, bu sefer Alice başkalarıyla yapıyordu o işi. Çanağın kenarına çıktım. Etrafa bakındım ne kadar da çok böcek ilaçlamacısı gelmişti. Alt tarafı bir çanağın içindeki böceklerdik, neden bu kadar öfkeliydiler! İşte orada korkmamayı öğrendim. Telden bacaklarım, kanatlarım… Benim zırhım görüntüde değil kalbimdeydi. Ben artık bu masala inanmıştım. İlaçtan korkmamalıydım. Burada herkes benim gibi korkuyor ama korkma denilen hisse başka bir ad vermeye çalışıyordu. Bunları düşünürken böcek ilaçlayıcısı silahını soktu çanağa, sıkmaya başladı. Bütün hepimiz ahenkle kaçıyorduk. Kaçmıyorduk birbirimize örtü olarak kuytulara çekiliyorduk. Sonra bir kuytuda at arabasının kıyısında ağlayan Külkedisi’ni gördüm. Çok kötü ağlıyordu hem de. Hemen yanına koştum;
“Neden ağlıyorsun?” dedim.

“At arabamın tekerliği kırıldı, 12 olamadan kaçmalıyım,”

Tekeri yapmak için uğraştım başaramadım. Ben bu işlerden anlamam yazar çizerim. Çok kötü ağlıyordu, çok içli ağlıyordu.“Külkedisi ağlama,” dedim. Böcek ilaçlamacılar geri çekilmişti. Hemen çanağın en kalabalık yerine gittim.

“Külkedisi’nin arabasının tekeri tamir edilecek, anlayan var mı?” diye bağırdım.
Herkes bir koro şeklinde bağırmaya başladı. “Külkedisi’nin tekeri bozulmuş, yapacak var mı?”   
Biraz sonra gaz bulutu arasında elinde alet çantasıyla bir adam geldi. Onunla hemen gittik arabanın yanına. Belli ki işininin ehliydi, hevesliydi, geçti tekerin başına. Çöpten bacakları kocaman usta ellere dönüştü. Tekeri ivedilikle tamir etti.
“Eskisinden daha iyi oldu,” dedi ağlayan kıza bakıp.
“Teşekkürler bütün dualarım sizinle, ben Sindrella,” dedi.
“Ben Ethem,” dedi. Birbirlerine baktılar. “Bu çanağın etrafı çok tehlikeli, sizi ben çıkarayım mı?” dedi.
Sonra Ethem ve Külkedisi yan yana oturdular. Böcek ilaçlamıcıları tekrar gelmeden hızla uzaklaştılar çanaktan. Ben ve birkaç böcek arkalarından bakakaldık. Mutlu olduk, Külkedisi emin ellerdeydi.

Rapunzel yeteri kadar ekmek bıraktıktan sonra balonuyla uzaklaştı. Çanağın içinde dans eden, namaz kılan, istavroz çıkartan, çöp toplayan, halay çeken böcekler artık kıvama gelmişlerdi. Herkes birbirinin örtüsüydü, herkes birbirinin duasıydı. Birden çanağın üstünde daha çok balon peyda oluverdi. Bu sefer ilaçları tablet tablet üstümüze atıyorlardı. Yine çaresiz kuytularımıza doğru yol aldık. Kanatlarımız, çırpı bacaklarımız, en beteri kalplerimiz kırılarak birbirimize yol oluyorduk. Böyle günlerden birinde ağlak bir halde beklerken, uzaktan bize doğru gelen satranç takımını gördük. Siyah beyaz giyinmişler, ellerinde flamalar ile gelmişlerdi. Herkes onları görünce zıplamaya başladı. Hepsi Şah’tı sanki. Yürüdükçe bölünüyor ve çoğalıyorlardı. Çanağın muhafazı oldular, cümle böceği koruyup kolladılar.

Artık ışığa çıkmıştık.
Artık güneşe çıkmıştık.

Bir sabah Kırmızı Başlıklı Kız’ın sesiyle uyandı ahali. Çoooook uzaklardan gelmişti buraya. Hemen etrafına çember olundu. “Tüm dünya sizi konuşuyor, herkes bu çanağın içini merak ediyor,” diyordu.
Onunla birlikte bütün böcekler kendine daha çok inandı. Rutubet ve karanlığa süpürülmek kader olamazdı. Hep birlikte zıplamaya başladılar. Satranç Takımı’nın verdiği coşkuyla zıplayış nümayişe döndü. Rapunzel balonundan konfetiler yağdırarak şenliğe katılıyordu. Bu çanağı bir ülke olarak kabul etmek boynumuzun borcu olmuştu.
Öfkeli böcek ilaçlamacıları konuştukça, biz bölünerek çoğaldık. İstila ilaçla bitmeyince ellerini daldırdılar bir gün çanağa. Tuttuklarının alıp götürdüler. Böyle korkuyla beklerken, birisi bağırdı! “Bremen Mızıkacılar burada, birazdan konser başlıyor,” Tüm ahali ortaya toplandık, el ele tutuşarak dinledik şarkıları. Her şey şarkı oldu o an! Tüm evren bizim dilimizin üstündeydi. Bir çemberdik artık, mutluyduk. Arada bir ilaç sıkıyorlardı, dağılmıyorduk. Bizim için daha Almanya’dan gelmiş Bremen Mızıkacılar’ı utandıramazdık. Birazdan çembere yanaşan Kırmızı Başlıklı Kız’la bu halkadan hemen çıkmak zorunda kaldık. Ağlıyordu çünkü. Onu misafir ettikleri çadıra gittik.
İşte aramıza girmişlerdi.
Sızmışlardı.
Başlamışlardı. Gözleri çanakta değil, buradaki bağlardaydı.
Çadırın orta yerinde bir kurt, karnını ovalıyordu. Sinsice gelmiş, içimize sızmıştı. El birliğiyle yuttuğu şeyi çıkardık. Geç kalmıştık! Kurt, Abdullah’ı yemişti, genç adam biz gidene kadar dayanamamıştı.

“Bu masal böyle bitmiyordu,” dedi Kırmızı Başlıklı Kız.

Bremen Mızıkacılar son şarkıyı  Abdullah için çaldılar o gece.
Çanağı bekleyen biz böcekler için kampanyalar başlamıştı. Ne kadar nefret ediyorlarmış, ne kadar istemiyorlarmış, bırakın güneşte dolaşmamızı bizi attıkları kuytularda da istemezlermiş. Ne kadar da kalbimizi kırıyolar böyle. Gazla tepetaklak olup, telden bacaklarımızı havadayken bile biz ne kadar onurumuzu düşünüyormuşuz. Bal çanağındaki bala konduk diye kızan Beyler’in nefreti kızışmıştı.  Binlerce çanakları vardı. Bizim toplandığımız bir çanak delirtmişti onları. Ölümüne ilaçladılar, oysa biz kendimizin, birbirimizin ışıkta yaşaması için duruyorduk orada öylece. Dönüşmeyi bekliyorduk, rutubetli yerlere alışmış ruhlarımızı bu kuru havaya salmak istiyorduk. Beyler çok kızıyordu bize.

Deliğe süpürecekler bizi…
Deliğe süpürecekler bizi…

Sonra bu dedikodu geldi çanağa. Herkes birbirine daha çok sarıldı.  7 Cüceler’in aramıza katılmasıyla umutsuzluğu unuttuk. Bize mutluluk verdiler. Onlar için özel bir çadır yapıldı. Çok savunmasız ve çaresizdiler. Cücelere de gözümüz gibi bakmaya başladık. Hatta Rapunzel cüceler için balonunda cupcake’ler atıyordu. Çilekli, vişneli, böğürtlenli, kremalı, çikolatalı…  
Her akşam Bremen Mızıkacılar ile ortada buluşuluyor. Sonra yemekler yeniyordu. Korku ve kaygıların yerinde UMUT vardı artık. “Birileri bizi fark etti,” artık diye basit bir sevinç! Aslolan çanak değildi, var olabilme umuduydu.
Bir gün cücelerin ağladığını gördük. Ne yaptıysak susturamadık. Rapunzel’in dondurmaları da işe yaramadı. Çadıra girdik, camla örtülü yatakta 20 yaşında bir adam uyuyordu. Zehirli elmayı yemişti. Adı Mehmet’di. Sonra tüm ahali öptük onu. Herkes, herkes öptü.

Uyanmadı…
Uyanmadı…

Zehirli elmayı bize yedirtmeden o yemişti!
Meğer bizi nasıl da sevmezlermiş. Önce birisi güven verdi, güvenimizi kazandı, sonra zehirli elma gönderdi aramıza. Ve bir gün hiç haberimiz olmadan, çok hazırlıksızken, çanağı kaldırıp ters çevirdiler.
Çanağı ters çevirmek, bir terlikle yok etmek, her birimize ayrı sıkmak! Bizi yok etmek kolay biliyoruz… Bunu hep bildik. Bizim kanatlarımız kırık ama gölgemiz uçtu bir kere, ruhumuz uçtu… O ne olacak?
Bir meydana saçıldık şimdi. Bremen Mızıkacılar çalıyor hala. Ve her gün Külkedisi geliyor aramıza. Elinde bir spor ayakkabı var. Hepimize giydirip deniyor Ethem’in ayakkabısını.
Hiç vazgeçmiyor.
Hepimiz de giyiyoruz…

Külkedisi ölüme inanmıyor, belli ki o da elinde bir spor ayakkabıyla, özgürlüğüne kavuşmuş gölgelerin peşinde! 


Anı Sahibi: Sami

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder